Osmanlı’dan Bizansa Tarihi sırlarla dolu İstanbul, adeta bir açık hava müzesi. Yüzlerce yıl boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, her köşesinde farklı bir tarih saklı bu benzersiz şehirde, sırlar ve hikayeler sizi bekliyor.
Bizans Dönemi
İstanbul’un tarihi M.Ö. 7. yüzyıla dayanıyor. Başlangıçta Megaralılar tarafından Byzantion adıyla kurulan bu koloni, M.S. 330’da Roma İmparatoru Konstantin tarafından Konstantinopolis adıyla yeniden inşa edildi. Bizans İmparatorluğu döneminde, şehir birçok büyük yapının inşasına tanıklık etti.
Ayasofya
Dünyanın en büyük katedrali olarak inşa edilen Ayasofya, 1000 yıl boyunca bu unvanını korudu. Muhteşem kubbesi, altın mozaikleri ve geniş iç mekanıyla, Ayasofya, Bizans sanatının ve mimarisinin zirvesini temsil ediyor. Ancak Ayasofya’nın tarihinde sadece Bizans dönemi değil, Osmanlı dönemi de önemli bir yer tutar. Ayasofya’ya en fazla ilgi gösteren Osmanlı padişahlarından biri de Sultan II. Selim Han’dır. Binanın yorgunluk emareleri göstermesi üzerine II. Selim Han, Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı için vazifelendirmiştir. Doğu Roma döneminde defalarca kubbeleri ve duvarları çöken Ayasofya, Mimar Sinan’ın düzenlemelerinden sonra, İstanbul’da yaşanan nice büyük depreme rağmen bir daha hiç çökmemiştir. Ayasofya etrafında padişah türbelerinin yapımına da Sultan II. Selim Han için Ayasofya Külliyesi’nin haziresine Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk türbe ile başlanmıştır.
Ayasofya, İstanbul’un fethiyle camiye dönüştürüldü ve 481 yıl cami olarak hizmet verdi. Ancak 1930’lu yıllarda restorasyon çalışmalarının başlamasıyla halka kapatıldı. Ardından, 24 Kasım 1934 tarihli bir Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü. Ancak, tarihler 10 Temmuz 2020’yi gösterdiğinde, Danıştay, bu Bakanlar Kurulu kararını iptal etti. Hemen ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla yayımlanan 2729 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ayasofya yeniden ibadete açıldı. Bu dönüşümler, Ayasofya’nın sadece bir yapı olmadığını, aynı zamanda tarihi, kültürel ve siyasi öneme sahip bir sembol olduğunu gösteriyor.
Yerebatan Sarnıcı
Bizans döneminde şehrin ana su kaynağı olarak kullanılan Yerebatan Sarnıcı, 336 sütunuyla etkileyici bir atmosfere sahip. Medusa başlı sütun kaidesi gibi detaylar, sarnıcın gizemini artırıyor.
Osmanlı Dönemi
1453 yılı, hem İstanbul’un hem de dünya tarihinin en kritik yıllarından biridir. 6 Nisan’da başlayıp 29 Mayıs’ta sona eren kuşatma sonrasında, 21 yaşındaki genç Osmanlı padişahı II. Mehmed, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’i fethetti. Bu fetih, Ortaçağ’ın sonunu ve Yeniçağ’ın başlangıcını simgeler.
II. Mehmed’in fethettiği şehir, bin yıldan fazla süre boyunca Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olmuş, birçok saldırıya direnmişti. Şehrin surları, o dönemin en güçlü savunma yapıları arasında yer alıyordu. Ancak genç padişahın kararlılığı, stratejik zekâsı ve topçu birliklerinin etkisiyle bu surlar aşıldı.
Fetih sonrasında şehrin adı İstanbul olarak değiştirildi, ancak bu ad, zaten Bizans döneminde de halk arasında kullanılıyordu. İstanbul, “İs tin Poli” yani “şehre doğru” ya da “şehir içinde” anlamına gelmekteydi.
Konstantinopolis’in fethiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti Edirne’den İstanbul’a taşındı. İstanbul, stratejik konumu, doğal limanı ve kara ile denizin kucaklaştığı noktada olması sebebiyle, Osmanlı İmparatorluğu için hem ticari hem de askeri açıdan büyük bir öneme sahip oldu.
Padişah II. Mehmed, şehrin yeniden imarına hızla başladı. İstanbul, kısa süre içerisinde nüfusunu artırarak, sanat, bilim ve kültürde bir merkez haline geldi. Ayasofya, camiye dönüştürüldü; Topkapı Sarayı, yeni yönetimin merkezi olarak inşa edildi; ve şehir, Osmanlı mimari estetiğiyle yeniden şekillendi.
İstanbul’un fethi, aynı zamanda dünya tarihi açısından da büyük bir kırılma noktasıydı. Batı’nın Asya’ya olan yolları kapandı ve bu, deniz yoluyla yeni kıta ve yollar arayışını hızlandırdı. Dolayısıyla, Kristof Kolomb’un Amerika’ya yelken açması ve Vasco da Gama’nın deniz yoluyla Hindistan’a ulaşması gibi keşiflerin önünü açtı.
Topkapı Sarayı
Osmanlı İmparatorluğu’nun idari merkezi ve padişahların konutu olarak kullanılan bu saray, şehrin en büyük ve en görkemli yapılarından biridir. Saray, Harem, Hazineler Bölümü, Kutsal Emanetler ve geniş avlularıyla ziyaretçilere benzersiz bir tarih deneyimi sunar.
Sultanahmet Camii (Mavi Camii)
1600’lerin başında inşa edilen bu cami, mavi, yeşil ve beyaz el yapımı çinileriyle ünlüdür. Altı minaresiyle dikkat çeken bu yapı, İstanbul’un en ikonik yapılarından biri haline gelmiştir.
Dolmabahçe Sarayı
19. yüzyılın ortalarında inşa edilen bu saray, Osmanlı’nın batılılaşma sürecinin bir yansımasıdır. Kristal bir merdiven, büyük bir salon ve Atatürk’ün de vefat ettiği oda, sarayın en dikkat çeken bölümlerindendir.
İstanbul’un Sırları ve Hikayeleri
İstanbul sadece bu büyük yapılarıyla değil, aynı zamanda sokakları, semtleri ve gizli köşeleriyle de büyüler. Balat’ın rengarenk evleri, Fener’deki Rum Lisesi, Ahırkapı’daki deniz feneri, Karaköy’deki tarihi binalar ve Beyoğlu’ndaki İstiklal Caddesi, şehrin kalbinde atıyor.
Galata Kulesi’nden Boğaz’ın muhteşem manzarası, Pierre Loti Tepesi’nden Haliç’in panoramik görüntüsü, şehrin doğal güzelliklerini keşfetmek için mükemmel noktalar. Eminönü’nde yer alan Mısır Çarşısı, geleneksel Türk lezzetlerini ve baharatlarını tatmak için ideal bir yerdir.
Kadıköy, Moda ve Beşiktaş gibi semtlerdeki kafeler, restoranlar ve barlar, İstanbul’un modern yüzünü temsil ediyor. Ancak bu bölgelerde bile, eski bir han, tarihi bir kilise veya bir Osmanlı camisi gibi tarihi sırlarla karşılaşabilirsiniz.
Sonuç
İstanbul, tarih ve kültürle dolu bir şehir. Bizans’ın altın çağından, Osmanlı’nın ihtişamlı dönemine kadar uzanan bu tarihi, İstanbul’un sokaklarında, yapılarında ve insanlarında yaşatılıyor. Şehri keşfederken, her adımda yeni bir hikaye, yeni bir sır ile karşılaşacaksınız.